Fethiye-Telmessos-Ölüdeniz

8 yıl önce eklendi
Fethiye-Telmessos-Ölüdeniz

Likya kentlerini gezmeyi planladığım; fakat zamanyetersizliğinden bir türlü gerçekleştiremediğim ve uzun süredir, bölgehakkındaki kitapları okuduğum, şu günlerde; karşıma çıkan Atlas dergisinin“Yaz” ekinde yer alan “Mavi Likya” makalesi; bayram tatilini de fırsat bilip, nihayet; harekete geçmemi sağladı.

 

İnternet üzerinden kalacağım pansiyonların rezervasyonlarınıve güzergâhımı hazırlayıp, son dakika bana katılmak isteyen kuzenlerimlebirlikte yola çıktık.  İstikamet,Fethiye, Kalkan, Kaş, Kumluca, Kemer yolu üzerindeki Likya kentleri...Telmessos, Xanthos, Letoon, Patara, Antiphellos, Myra, Olimpos, Phaselis....

 

İnegöl’ün köftecileri, mobilyacıları; Kütahya’nınseramikçileri, porselencileri derken, sabırsızlıkla bitmesini beklediğimiz yolnihayetinde gece geç saatlerde Antalya’da son buldu.

 

Kuzenlerimi, mecburi bayram ziyaretleri dolayısıyla, bir günsonra Kalkan’da buluşmak üzere, Antalya’da bırakıp, sabah çok erken saatlerdeAntalya otogarından, Fethiye’ye doğru yola çıktım.

 

Bey Dağları manzarası eşliğinde “yayla yolu” denilen güzergâhtanyolculuk yaklaşık 3,5 saat sürüyor. Yol boyunca, dolmuş mantığında, her köydedurup, yolcu indirip-bindiren otobüsün kaptanı, radyoda açtığı bayramtürküleriyle bir an coşup yerinde oynamaya başlıyor. Milyonlarca keçiyaşadığına kanaat getirdiğim, geçtiğimiz her Yörük köyünde, herkes kaptanaselam veriyor, kaptan da onlara… Yandaki koltukta oturan Japon kızlar, kaptanınhareketlerine bir türlü anlam veremiyorlar sanırım, adam bi’ tuhaf ;) Hatta;hiç alakasız bir yerde, otobüsü sağa çekip ,” hadi şurada bi’ sigara içelimyaa” deyip kısa bir mola bile verdik…

 

Fethiye’nin sarı sıcağı yüzüme bir tokat gibi çarptı,otobüsten iner inmez… Sanki sıcak olduğunu biz anlamıyoruz gibi, ağustosböceklerinin de “scak scak scak scak” diye var güçleriyle cırlamaları, olayadaha da vahamet kattı…

 

Yangında alevlerin arasından kaçar gibi, bir taksiye atlayıpkalacağım pansiyona yol alıyorum. Bölgede karşılaştığım her esnaf, Fethiye’ninil olmasının gerekliliğinden ve denize dolgu yapılan alanın depremde çökmeye enmüsait bölge olmasından bahsediyor sürekli… Taksici de öyle… “İl olun olmasınada; önce şu kente bir klima taktırın yahu”, diyesim geliyor…

 

Kalacağım pansiyon, Fethiye’nin en eski mahallesiPaspatur’da, yat limanına bakıyor. Resepsiyonist Ahmet; hamakta uyuya kalmış.Askerliğini Bursa’da yapmış ya, hemen bildiği semtleri anlatıyor. … Bursa’daher mahalle Orhanlı, Osmanlı, gazili , beyliymiş... Bir de; tuhaf isimlerivarmış semtlerimizin: Çekirge, Altıparmak… Sanki sizinki çok normal; Paspatur;)

 

Balkon kapısını açıyorum, belki biraz eser diye; bahçedekıyamet kopuyor yine; “scak scak scak scak scak…” Ağustos böcekleri…

 

Yeterince vakit kaybettim, hemen dışarı atıyorum kendimiyine; gezmem gereken çok yer var…

 

Fethiye-Telmessos

 

Ege’nin sonu, Akdeniz’in başlangıcı… Eski adı, “Meğri”, Rumcadaki“uzak diyar” anlamındaki “Makri”’den geliyor. Uçağı Şam’da düşen, Cumhuriyetdöneminin ilk şehit pilotlarından Fethi Bey’in anısına almış ismini.

 

1957’deki depremde büyük hasar görmüş, kent yeniden inşaedilmiş. Hala da; sık sık,  irili ufaklıdepremler oluyor bölgede.

 

Yat limanı sahilinden başladığım yürüyüşümün ilk durağıTelmessos antik kentinin tiyatrosu. Fethiye, antik Telmessos kentinin üzerinekurulmuş. Sokak aralarında birçok antik kalıntıya rastlayabilirsiniz yürürken.Tiyatroda restorasyon çalışmaları sürdüğü için gezemiyorum. Sadece dışarıdan,boyum yettiği kadar, teneke perdelerin üstünden görmeye çalışıyorum, parmakuçlarımda yükselerek… Harap bir halde; okuduğum şey yalan değilse; eski birbelediye başkanı, antik tiyatronun oturma sıralarını, iskele yapımındakullanmış!

 

Hayal kırıklığımı, Paspatur’un çardaklarla gölgelenmiş çarşısokağında gideriyorum. Rengarenk,  tahtasandalye ve masalarla donatılmış sokak, biraz soluklanmak için ideal. Zira;kaya mezarlarını görmek için, birazdan tırmanışa geçeceğim, güç toplamam gerek…

 

Telmessos, Likya Birliğinin, Karia sınırındaki bir limankenti. Hani şu; evlilik kurumuna inanmayan, güzeller güzeli Daphne’yi,cezalandırmak için “defne ağacına” çeviren tanrı (!) Apollon’dan olma,  Troyalılara ihanet eden Antenorun kızındandoğma Telmessos efendi adına kurulmuş. Fethiye’deki ilk yerleşim yeri.  Karialılardan tutun da, Pergamonlulara,Romalılara kadar, birçok imparatorluğun hâkimiyetinde kalmış ve nihayetTürklerin eline geçmiş… Benim izlediğim kadarıyla, bugünlerde de İngilizler,Hollandalılar ya da Rusların eline geçti geçecek. Her yer bu uluslardaninsanlarla kaynıyor Fethiye’de; tüm tabelalar bu dillerde… Kapanın elindekalacak… Hele ki; Hisarönü, küçük İngiltere olmuş. Kendi ülkemde, yabancıhissetim kendimi…

 

Mendos Dağı yamacındaki kaya mezarlarına doğru tırmanışımbiraz zorlu oluyor. Aslında Fethiye’nin her yerinden görünen bu kayamezarlarından bir tanesi var ki; heybetiyle, adeta Fethiye’nin simgesi olmuş:Kral Amyntas’ın anıt mezarı…M.Ö. 4.y.y.da yapılmış. Diğer kaya mezarlarınınyanında, şaşaasıyla hemen fark ediliyor. Ön cephesi iki sütunlu bu kaya mezarıtipik bir İon tapınağı tarzında inşa edilmiş. Oldukça yüksek rakımlı bubölgeden, müthiş bir Fethiye panoraması da izlenebilir.

 

Tek katlı, bahçeli, mor salkımlı evlerin arasından kentmerkezine doğru inişe geçerken, yolun ortasından kalmış tipik bir Likya lahitikarşılıyor beni. Yaşlı amcalar, lahitin karşısındaki çınarın gölgesindeoturmuş, bana sesleniyor birisi : “hey, ingliş firend!”… Yanına gidiyorum, “merhaba” diyorum, hala İngilizce bir şeyler söylemeye çalışıyor. “Buyur amca,Türküm ben, Türkçe konuş diyorum” şaşırıyor. “Ben,  seni İngiliz sandım diyor, nasıl Türksün senöyle?” !!! “Sarı kaşlarımı boyatmalı mıyım acaba?” diye geçiriyorum içimden,sonra da haykırmak istiyorum “Türküm ben, Türküm!” ;) Ama yapmıyorum, içimeatıyorum yine… ;) “Gel o zaman” diyor, “madem Türksün, Türklere şuradakitürbeyi gezdiriyorum, İngilizlere kaya mezarlarını”... Belli ki; turist avcısı…Ama ben Türküm, kaptırmam sana para ;)

 

Fethiye’de, şehir merkezi dışında nereye gitmek istersenizisteyin, tüm dolmuşlar Merkez Camii önünden geçiyor. Hangi dolmuş önce gelirse onabineceğim ve ilk orayı dolaşacağım diye totem yapıyorum: Ölüdeniz ya daKayaköy… Önce Ölüdeniz geliyor, meğer Kayaköy dolmuşları yarım saatte bir,Ölüdeniz dolmuşları neredeyse her an geçiyormuş…

 

Ölüdeniz Tabiat Parkı, girişi ücretli. Kişi başı 6 TL.Muhteşem lagünü, Türkiye’nin tanıtım broşürlerinde en çok kullanılan plajfotoğrafı. 2006 yılında, dünyanın en güzel plajı seçilmiş. Asıl güzelliğini,yukarıdan bakan, yamaç paraşütçülerine gösteriyor. Benim ona cesaretim yok.Berrak, dingin denizi, günün yorgunluğu için çok iyi geldi. Beklediğim kadarkalabalık değil; belki de geç bir saatte gelmiş olmamdan kaynaklı…

 

Plajın girişindeki tek büfe, bunun avantajını kullanarak hertatil beldesinde olduğu gibi fiyatları fahiş rakamlara çekmiş… Dert etmiyorum,önümde Akdeniz, ardımda defne ormanı; üstümde rengârenk paraşütler, kulağımda eniyi yol arkadaşım Ayten Alpman; “Kim bilir kim var yanında?” söylüyor…

 

Her yer yaşlı İngilizlerle dolu, sanki tüm iyi kalpliİngilizler ölmüş de; buraya cennete gönderilmiş gibi… Sonra, eskiden cüzzamhastalarının buraya sürgüne gönderildiğini okuduğumu hatırlıyorum, ürperiyorum.Zavallılar, hayatlarının son zamanlarını cennet gibi bir yerde geçirmeleriistenmiş herhalde…

 

Güneş kızıllaşırken, ben de pembeleştiğimi fark ediyorum.(!)  Milyon faktörlü krem kullansam dabenim için her daim eziyete dönüşen güneş ışınlarından kurtulmuş olmanınrahatlığıyla akşamı ediyorum Ölüdeniz’de…

 

Planımda ilk aksamayı yaşıyorum, son 24 saattir yolculukyapıyor olmanın rehavetiyle, pansiyonda akşamüstü uykusundan uyanamıyorum…Kayaköy’e gitmek için vaktim kalmıyor.

 

Terasta yat limanının ışıklarını izliyorum, bana bir şeyleranlatmaya çalışıyorlar… Haa evet,  ben deseni tanıdığıma sevindim Fethiye…

 

 

 

Yarın, uzun bir gün olacak; Xanthos, Letoon ve Patara benibekler....